Bu kadar büyük kitleleri ilgilendiren sporların pozitif bilimin araştırma konuları dışında olması da kaçınılmaz. Sanılanın aksine bu konuda bir çok bilim insanı çok eski tarihlerden beri araştırmalar, olabildiğince deneyler yapıp, sonuçlarını kendi birikimleri ile yorumlayıp, başka insanlarla tartışmaya açıyorlar. Sahadaki mücadeleyi izleyen tribündekilerin, sahadaki mücadeleye etkisi ne kadar? Ya da hangi koşullarda Tribündekiler sahadaki mücadeleye kendi taraftarı oldukları takım için pozitif, rakip takım için negatif bir etki yaratabiliyorlar?
Bu konudaki taraftar görüşleri farklı olsa da, bilimsel verilerin bunun hiç de öyle olmadığını ortaya koyarak tartışmaya açması bilimin “eşyanın doğasına uygun” davrandığını ortadan kaldırmıyor elbette. Son kupa maçını Televizyon karşısında izlerken, o maçta tribünde olan taraftarın sahadaki takımımıza pozitif bir katkı yaptığına, benim önüme veriler, takımdan oyuncuların bu doğrultudaki görüşleri daha konsa, kimse inandıramaz. Bunun yanlışlanabilir olduğunu da söylememe sanırım gerek yok. Ancak benim inancım bu yönde.
Tribünün en gürültücü, belkide mikrofonlara en yakın taraftar grubu olduklarından, maç sırasında bir ara “Burası kapalı!!! Herkes kendine gelsin!!!” şeklindeki “bağırmalarını” duyunca, stadın İnönü stadı olmamasına rağmen, İnönü stadının “kapalı camiasının” orada olduğunu anlamak zor değil. Bu “Kapalı Camiası” herkesin bildiği üzere Beşiktaş tribünlerinin “Motoru”… Beşiktaş taraftarını da efsane haline getirenler yine bu insanlar…
Peki maç boyunca, bana göre bir tür “ayin” ya da “zikir” halinde sürekli ve durmaksızın şarkı söylemeleri, sahada olan bitenle hiç bir senkronizasyonu olmayan bu “Ayin”in ya da “Zikir”in sahada destekledikleri takıma pozitif bir katkısı oldu mu? Ben “aforoz” edilmeyi de göze alarak kesinlikle “Hayır!” diyorum. Ve sahada olan bitenle senkronizasyon halinde olmayan bir desteğin(!) zaten bilimsel anlamda minimal var olan destek olmaktan çok köstek olduğuna inanıyorum.
Rakip takım gole giderken bile “Kartal Gool… Goool.. Gol” diye bağırmanın, Marcelo’nun pozisyonuna 30 metreden “Kırmızı kart koşusu” yapan hakemi farketmeden, söyledikleri şarkıda mısra atlamamaya konsantre olmanın, sahaya nasıl bir etkisi olabilir ki? Taraftar olarak ya da “12. adam” olarak katkı sağlamak yerine, daha çok kendi “ritüellerini” yerine getirmeye odaklanmış olmak… Kimse alınmasın ama, kendi kendine “goygoy”dan başka bir şey değil…
Robert B. Zajonc, Toplumsal psikoloji uzmanı, 1965’de “aktivasyon teorisini” desteklemek amaçlı bi dizi deney yapar. Bir labirente yerleştirdiği karafatmaların, bir Plexiglass ardında, seyirci pozisyonundaki karafatmalar önünde olduklarında, ya da biri ile “yarışma” halinde olduklarında sonuca daha çabuk ulaştıklarını, ekstra enerji aktive ettiklerini tespit ettiğini ortaya koyuyor.
Prof. Dr. phil. Dorothee Alfermann, Spor psikolojisi uzmanı, “iyi öğrenilmiş, çalışılmış görece basit davranışlar seyirci kitlesi önünde iyi sonuçlar verirken, görece zor, az çalışılmış, iyi öğrenilmemiş davranışlar seyirci kitlesi önünde büyük olasılıkla kötü sonuçlar verir” önermesini ortaya koyuyor.
Münster Üniversitesinden Bernd Strauss, yazdığı “Spor seyircisi” kitabının da uzantısında Süddeutsche Zeitung’a verdiği röportajda kendisine sorulan “Ev sahibi takım olma avantajı gerçekten artık yok mu?” sorusuna, “Hayır, var ama gittikçe azalıyor” cevabını veriyor. Dahası “seyirci etkisinin çoğunlukla sıfır olduğunu, hatta kendi takımları için giderek negatif etki yaptığını, rakip takım oyuncularının seyirci çokluğundan pozitif etkileneceğini” iddia ediyor.
Bizim oyuncularımızı ne kadar, kendi homurtularımızla, ıslıklarımızla kendine güvenlerini yerle bir ettiğimizi yakın tarihten hatırlatmama sanırım gerek yok… Zajonc’un teorisinden yola çıkarsak, normal şartlar altında 300-500 kişiye oynayan bir sporcunun birden binlerce kişi önünde oynaması, tüm sahne ışıklarının kendine çevrildiği bir ortamda ekstra enerjilerini aktive edebildiklerini görebilmek son derece basit. Hele ülkemizdeki “İstanbul” takımlarına karşı oynayan “Anadolu” takımlarının oyuncularına baktığımız da…
Strauss önermesinden yola çıkaraksak da tribündeki taraftarın sahada olan bitenle hiç bir senkronizasyonu olmaması tespitini de ekleyerek “Tribünün” sahaya etkisinin sıfır olduğunu söyleyebilmek, bence, son derece doğruya yakın bir tespit olur. Beşiktaş hazırlık pasları yapmaya başladığında gelecek bir “Kartal Goool… Gool”ün pozitif etkisi ile rakip takım hücumdayken olması ile hiç bir fark yoktur diyebilecek aklın vardığı sonucu kabul etmem benim aklım için olanaksız…
Bu hafta sonu “diğer” takımların taraftarlarının da bu anlamdaki pozitif/negatif katkısını bu yazının sorduğu sorular bağlamında değerlendirelim, belki onların bizden aldığı yüzlerce doğruya karşın, bizim de onlardan alacağımız bir kaç doğru olabilir;-)
Cengiz Altın / Beşiktaş Arena