Benim gibi maçları çoğunlukla açıkta seyreden birinin kapalıyı anlatması tuhaf gelebilir belki, ancak gidip gitmemek önemli değil, orası hepimizin kapalısıydı. Ben aklımda kalan bazı olayları paylaşacağım sadece. Ahkam kesmeye niyetim de yok hakkım da.
Maçlara gitmeye başladığım 1970’lerin ilk yarısında, tezahürat çoğunlukla yeni açıkta olurdu. O yılların sık söylenen sloganı “kapalı uyuma” idi. Sürekli tezahürat yapan açık tribün, olaya girsin diye bu şekilde sitem ederdi kapalıya.
1970’lerin ortalarından itibaren kapalı da sürekli tezahüratlara katılmaya başladı. Kapalının tavanından sarkıtılan, köşesi ay-yıldız’lı dev bir bayrağımız vardı. Bu bayrak özellikle büyük maçlarda asılırdı ve benzeri yoktu.
Kapalı, 1976-77 sezonundan itibaren tezahüratın merkezi oldu, sadece bizde değil, Fener ve G.saray tribünlerinde de. Artık tribündeki rekabet, kapalı üzerinden yürümeye başlamıştı. Büyük maçlarda, kapalının yeni açık tarafı bizim, eski açık tarafı Fenerlilerindi. Galatasaraylılar ise maçına göre, bir öyle bir böyle.
1976-77 sezonunda, benim duyduğum ilk yeni beste olan; “Kalemizde panter Rasim var, Geri dörtlü çelikten duvar, Orta saha hepsi canavar, İleride Reşit-Şaban var…” çıktı bizim kapalıdan.
Bildiğim kadarıyla üçlünün çıkışı da bu sezondur, şimdikinden biraz daha farklı olarak çekilse de ritüel benzerdi. Parmaklar “üç” işaretiyle havaya kaldırılır, belli bir süre “oooo..” ve ıslık, tribün liderinin sayması ile başlanır, gök gürültüsü gibi “Beşiktaş” ile biter. Ardından hemen “Bastır Kartal…” gelirdi.
O zamanlar takım içeride ısındığından, sahaya çıkışı başlı başına bir olaydı. Sahaya, kapalıyla yeni açığın köşesindeki tünelden çıkılırdı. Takımın geldiğini top toplayıcı çocuklar haber verirdi kapalıya, heyecan yükselir, “şişt şişt geliyor” tezahüratları başlar ve kaptan tünelde görününce de tribün patlardı.
İlk zamanlar maytap, torpil atılırdı takım sahaya çıkarken, ’78 Dünya Kupasından sonra, Arjantin tribünlerinden alıntıyla konfeti atılmaya başlandı. Herkes evinde kağıt keserek konfeti hazırladı bir dönem. Takım, tribünleri selamlamak için orta sahaya gelirken sadece “siyah…beyaz…” tezahüratı yapılırdı.
1977-78 sezonunda Türkiye Kupasında Fenerbahçe’yle eşleştik. 90 dakikası 1-1 biten maçı, uzatmada, açık olarak ofsayt olan bir golle 2-1 kaybederek elendik. Golü veren hakem Ertuğrul Dilek’ti.
Ardından, o sezon İnönü’de Trabzonspor ile oynanan maçın öncesinde “Aldırma Kartal” bestesi duyuldu. Yine şimdi söylenenden biraz farklı ve sonunda “Başta Ertuğrul Dilek, Hakemlerin hepsi inek, Federasyon hepten kelek, Aldırma kartal aldırma…” ilavesiyle. O gün tribünde olup da gözü yaşarmayan çok azdır sanırım.
1978 yılındaki TSYD kupasında Fener ile oynadığımız maçta, futbolcular arasında kavga çıktı, kulüplerin arası gerildi. Artık bu maçın etkisiyle mi yoksa bizim kapalının zaten yapacağı mı vardı bilmem, Bolusporla oynanan, sezonun ilk iç saha maçında yeni bir sloganla tanıştık: “İnönü Fenere mezar olacak…”.
Önce bu sıradan bir tribün atarı sanıldı. Ama o sezonun ilk Fenerbahçe maçına gidenler bayağı şaşırdılar. O güne kadar büyük maçlarda hep yarı yarıya olan kapalı tribünde bir tane bile Fenerli yoktu. Maç 0-0 bitmiş, sahayı mezar edememişlerdi ama tribünde yapmışlardı.
O dönemde Fener’in seyirci sayısı muhtemelen %50’nin üzerindeydi. Her alanda etkileri, ağırlıkları büyüktü. İşte o takımın seyircilerini kapalıya sokmamıştı Beşiktaşlılar. Sahada yıllardır büyük başarısızlıkların yaşandığı ve Beşiktaş’ın artık büyük görülmemeye başlandığı dönemde bence bu tribünün başkaldırışı oldu, bilerek ya da bilmeyerek.
Bu olay öyle bir şok yarattı ki, ertesi gün Milliyet’teki resim altı yazısı “Bölge Müdürlüğü, Beşiktaşlıları kapalıya, Fenerbahçelileri şeref tribününün iki yanına aldı.” şeklindeydi. Taraflı olduklarından değil, olaya akılları ermediğinden yapmışlardı bunu bence.
Aynı durum 1980-81 sezonunun sonuna kadar devam etti, ne Fenerliler ne Galatasaraylılar bizim maçlarda kapalıya girebildi.
1979 yılında bir G.saray maçında yine ilginç bir olaya imza attı bizim kapalı. Galatasaray sahaya çıktıktan sonra, kapalının yarıya yakın bölümü, maçtan önce rakipten toplanan bayrak ve atkılarla sarı-kırmızıya döndü, Galatasaray’ın en hırçın futbolcusu Güngör tribüne çağrıldı. Kendi taraftarına gittiğini sanan Güngör, kapalının önüne geldiğinde tribün tekrar siyah-beyaza dönerek karşıladı kendisini.
Şampiyon olmadan geçen 14 sezonun ardından, 1981-82 sezonunda takım şampiyonluğa yürüyor, tribün de görevini layığıyla yapıyordu. Ligin ikinci devresinin ikinci haftasında Beşiktaş-Ankaragücü maçında yeni bir tribün şovuyla karşılaşıldı. Dört tribünde dönerek söylenen “Siyah – Beyaz – Şampiyon – Beşiktaş” sloganı. Dünyanın hiçbir yerinde, dört ayrı tribünün paylaşarak söylediği bir slogan olmamıştır sanırım.
1982 şampiyonluğunun ardından, kapalıyı kapalı yapan ekip, sanırım “artık biz görevimizi bitirdik, yeni gelenler devam ettirsin” diyerek indiler setin üstünden. Benzer şekilde, çevremde her maça giden abilerin de, görev tamamlandı psikolojisiyle maçlara seyrek gitmeye başladığını gözlemledim.
Sonraki sezon, geçmiş yıllara göre biraz sönük geçti tribünde, yukarıda anlatmaya çalıştığım sebeple. Ancak durumun farkına varan semtin gençleri çArşı adıyla yeni bir oluşuma gitmişler. Gitmişler diyorum, çünkü ben de sonraki yıllarda öğrendim. Oluşum yeniydi belki ama ruhu aynıydı “Kapalı Ruhu”.
Kapalı 1984-85 sezonuna müthiş bir giriş yaptı. Yine Bolusporla oynanan ilk iç saha maçında, püsküllerle yapılan bir samba şovu ve “Övünmekte çok haklıyız, sapına kadar Beşiktaşlıyız…” sloganı vardı bu sefer. Bu sezon başlatılan yeni akım ise kazanılan maçlardan sonra, ağaçlı yolun trafiğe kapatılarak slogan ve marşlarla semte yürünmesiydi.
Averajla kaybedilen şampiyonluğun moral bozukluğuyla, 1985-86 sezonu öncekine göre daha az dolu tribünlerde oynadı. Sonunda şampiyonluğa ulaşılan sezonun bomba sloganı da, ilk yarısı golsüz biten bir Sarıyer maçında, ikinci yarıyla başlayan ve gol olana kadar süren “Bu maçı alacaz, başka yolu yok” oldu.
Biz hayatını kaybeden Beşiktaşlılar için “yukarıdaki kapalıya gitti” diyen insanlarız. Ne kadar kısa yazmaya çalışsak da konu kapalı olunca beceremiyoruz. Kapalıyı anlatmaya sayfalar da yetmez ki. Yaptıklarının sürekli olarak rakiplerince taklit edilmesi de durumu anlatıyor.
O yüzden, kapalının daha yakın tarihlerde gerçekleştirdiği ve bu yüzden daha çok bilinen; tribün şovlarına, insani olaylardaki duyarlılıklarına, kırdığı rekorlara falan burada değinmiyorum, zaten uzun olan yazıyı daha da uzatmamak için.
Hataları olmadı mı? Tabii ki oldu, tartışmasız olan hataların insanlar için olduğu. Ancak ben toplama baktığımda koca bir artı görüyorum.
Beşiktaşlılar olarak bu ruhu kaybetmemek çok önemli. Hiç ayrışmaya, faydasız polemiklere girmeden, yeni stadımızda aynı ruhun sürmesini diliyor ve buna inanıyorum.
İlker Pırlant / Beşiktaş Arena