Futbola Beşiktaş genç takımında başlamış, A takıma yükselmiş, İnönü Stadında atılan ilk golün sahibi olmak da ona kısmet olmuş. Eskiler iyi futbolcu olduğunu söyler, ancak futbolculuk dönemi kötü bir sakatlık yüzünden kısa sürmüş ne yazık ki.
Seba Beşiktaş’ta otururdu, semtin çocuğu yani. Bir röportajında, bugün tribün lideri anlamında kullanılan “Amigo” sözünün kendi arkadaş gruplarından çıktığını söylemişti. Sanırım bir Amerikan filminde duyarak yakıştırmışlar. Demek biraz tribüncülük de var.
Futbolculuk dönemi bitince kulüp üyeliği ve kongre mücadeleleri başlamış. Birçok yönetimde yönetici olarak yer almış, genel kaptanlık yapmış. Tabii ki adını herkesin duyması 1984’te Beşiktaş Başkanı olmasıyla başlıyor, 2000 yılına kadar sürdürüyor bu kutsal görevi. Sonrası onursal başkanlık.
Beşiktaş için yaptıklarına ilişkin olarak, ortak kanaatler olduğu kadar, herkesin kendine göre farklı farklı düşünceleri de var.
Hataları olmuş mudur? Hatasız insan olur mu? Hiç hatası olmadı demek de ona saygısızlıktır bana göre. Taraf olmak gözünü kör etmiş derler adama. Benim düşüncem; Beşiktaş için öyle güzel şeyler yapmıştır ki, belki kendisi bile hepsinin farkında değildir ve Seba için ne söylenirse söylensin hep eksik kalır.
Ben Seba’nın Beşiktaş için yaptıklarına ilişkin olarak, hafızamda yer eden iki olayı anlatmak istiyorum.
Birincisi; Seba öncesi dönemde, 1981 yazında, bir sebeple Beşiktaş kulübündeydim. O zamanki Beşiktaş Kulübü, Taksim Sıraselviler’de, eski bir iş hanının ikinci katında, kiralık mütevazı bir mekandı.
Büyük bir kulübün merkezinden çok, sıradan bir şirketin ofisine benzerdi. Ben toplantı odasını hiç görmedim ama görenler, tüm yönetim kurulu üyelerinin katıldığı toplantılarda bazı üyelerin ayakta kaldığını söylermiş. O kadar küçük yani.
Tam ben kulüpteyken bir telefon geldi ve oradaki görevliler sevinçle birbirlerini tebrik ettiler. Gelen telefon, Fenerbahçeli Ali Kemal ve Adem’le anlaşma sağlandığıyla ilgiliymiş. Ona sevinmişler. Ben de “Ali Kemal ve Adem’i Fenerbahçe kovdu, biz aldık diye seviniyoruz, bunlarla nasıl şampiyonluk mücadelesi yapacağız.” diye geçirdim içimden. Gerçi o sezon şampiyon olduk, o ayrı konu.
İkinci olay; Seba döneminde, 1994 yılında, Beşiktaş Kulübü artık Akaretler’deki kendi binasında. Küçükyalı’da bir kahvehanenin bahçesinde oturuyorum. Televizyonda Fenerbahçe’nin maçı var ve içerisi hınca hınç dolu, maç seyrediyor Fenerliler.
Ben maçı seyretmiyorum ama aklım da içeride. Birden bir gürültü koptu, bir sevinç var ama gol sevinci gibi değil. Meğer bizden giden Feyyaz oyuna girmiş ona seviniyorlarmış. Feyyaz da bizden “kovulmuştu” bu kez roller değişmişti. Feyyaz için o ifadeyi kullanmak rahatsız edici tabii ki o yüzden tırnak içinde yazdım ama durumu iyi anlatabilmek için öyle demek gerekti.
Bu iki olayı düşündüğümde vardığım sonuç şu olmuştu; Seba Beşiktaş’ı, kiralık daireden kendi modern binasına taşımış ve daha önemlisi, başkasının kovduğunu alınca sevinen bir kulüpken, kovduğunu alanın sevindiği bir kulüp haline getirmiştir.
Bu olaylar çok sembolik gelebilir belki, ama sınıf atlamak böyle bir şeydir.
Beşiktaş Arena / İlker Pırlant