Futbol ligleri başladıktan sonra, İstanbul’daki maçlar Taksim ve Fenerbahçe statlarında oynanırmış. Taksim Stadı, bugünkü Gezi Parkının olduğu yerdeki topçu kışlasının avlusu, Fenerbahçe Stadı da malum.
Bir yangın sebebiyle harabeye dönen Çırağan Sarayının bahçesi, Şeref Bey’in çabalarıyla alınıp stat haline çevrilince, 1930’ların sonundan itibaren maçlar ağırlıklı olarak burada oynanmaya başlanmış. Yeni stada, Şeref Stadı adı verilmiş ama Şeref Bey’in burada maç oynandığını görecek kadar ömrü olmamış ne yazık ki.
Asıl sebep kadrosunun çok iyi olması mıydı, maçların neredeyse kendi mahallesinde oynanması mıydı bilinmez, Şeref Stadının açılmasıyla beraber Beşiktaş üst üste şampiyonluklar kazanmış.
İnönü Stadının 1947 yılında açılmasıyla beraber birinci lig maçları buraya alınmış. Şeref Stadında ikinci, üçüncü ve amatör liglerin oynanmasına devam edilmiş.
Ancak asıl önemlisi, Şeref Stadı hem Beşiktaş’ın A takım ve alt yapısının antrenman sahasıydı hem de taraftarının toplanma yeriydi, ilk mabedimiz orasıydı yani. Zaten 1981 yılından sonra, sadece Beşiktaş’ın antrenman sahası olarak devam etti.
O günlere yetişmiş biri olarak, stadı ve ortamı biraz tarif edeyim.
İstanbul Boğazına sıfır bir stat, fazla yüksek olmayan açık tribünü aşacak bir vuruş yapıldığında top denize kaçıyor. Kapalı tribün Çırağan Caddesine paralel, gerçi bir kış günü kar yükünden yıkılmış ve orası da açık olmuş ama eskilerin arasındaki adı hala kapalı tribün.
Takım antrenmana kale arkasındaki açık tribünden taraftarların arasından çıkar, ligdeki duruma göre alkışlarla veya homurtularla.
Stat yaz günleri tam panayır yeri gibi olur. Düşünsenize önce denize gir, sonra çık tribünde piknik yap, bir yandan da Beşiktaş’ın antrenmanını seyret. Kim iyi kim formsuz, hoca nasıl çalıştırıyor yorumla.
Sonunda her zaman olduğu gibi hayatın gerçeği galip geldi, dünyanın en güzel yerinde, boğaz kıyısında bir mekan futbol sahası olarak kalamadı ve 1985 yılında Beşiktaş çıkarıldı Şeref Stadından, yerine otel yaptılar. İlk mabedimizden böylece sürülmüş olduk.
İnönü Stadı, uzun süre ikinci lig takımları da dahil olmak üzere tüm İstanbul takımlarının maçlarına ev sahipliği yaptı. Ali Sami Yen Stadı 1981’de, Fenerbahçe Stadı da 1982’de yeniden faaliyete geçince, zaman içinde üç büyük takımın üç ayrı stadı oldu.
Böylece, semtin yanı başında olması sebebiyle başından beri Beşiktaş’a yakıştırılan İnönü Stadı artık resmi olarak da mabedimiz olmuştu. Maç önü ağaçlı yoldan yürüyüşüyle, maçlarda yapılan şovlarla, yaşanan sevinç ve hüzünlerle, maç sonu semte dönüşüyle taraftar da mabet olmasının hakkını verdi yıllar boyunca.
İnönü Stadı eskiyip de yenilenmesi ihtiyacı doğunca, yıkıldıktan sonra Boğazın dibindeki bu arsayı nasıl ederiz de ele geçiririz diye düşünenler ortaya çıktı doğal olarak.
Şehrin içinde stat mı olur diyen tarihçiler, arkasındaki yüz katlı yapıyı görmezden gelip şehrin silueti bozulacak diyen şehir planlamacıları, saray denize kayar diyen siyasiler, yıkım sırasında daha 9 yıl önce genişletilen bölümde tarihi eser bulan anlı şanlı gazeteler, hepsini gördük bu süreçte.
Asıl mesele ikinci mabedimizden de sürülecek miyiz meselesiydi. O yüzden stadın aynı yerde yeniden yapılması işini hiçbir zaman yönetimin herhangi bir icraatı olarak görmedim, tüm camianın ortak davasıydı. Emeği geçenler de takdiri hak eder, o ayrı.
Şu anda yeni mabedimiz yapılıyor eskisinin yerinde. Çok güzel bir mimarisi olduğu, kaliteli malzeme kullanıldığı falan söyleniyor, ben de anlayabildiğim kadarıyla öyle düşünüyorum. Gereksiz fazla masraf yapılıyor diyenlerin görüşlerine de saygılıyım, ancak ben işin o yönlerinde hiç değilim.
İlk mabedimizden sürülmeyi yaşayan biri olarak, ikinci mabedimizde kalmanın keyfini yaşıyorum ve inanıyorum ki yeni stat sadece Beşiktaş için değil Türk futbolu için de bir umut, parlayan bir yıldız olacak.
İlker Pırlant / Beşiktaş Arena