Ben yaşlardakiler alışkındır Fenerbahçe’yi yenmeye. Efsane kadro en güzel galibiyetlerini bu takıma karşı almıştır. Bu alışkanlıktan olsa gerek önceki hafta fazlaca “takıldığım” bir müşterim iş yerini açmadan kapıda karşıladı beni. Zaten kendisi de bu sene pek yüzünü güldürmeyen takımından umutsuz olduğundan ses çıkarmamıştı takılmalarıma. Eh galipte gelmişler ki değmeyin keyfine. Sözümüzü tutuk, elini sıktık. Sabah kahvesini birlikte içip maçı konuştuk. O bile dedi bizden bir oyuncu atılmalıydı diye. Her şeyin TV’den göründüğü gibi olmayacağını söyledim bende.
Sonra sohbet küfür konusuna geldi. Canlı canlı duyduğumuz. Futbolun marka değerini koruyan yayıncı kuruluş tarafından dinlettirilen küfre. Can sıkıcı konu.
Hemen söyleyeyim. Ben erkek lisesi mezunuyum. Daha önceki mesleğimde de iş ortamında öyle böyle küfredilmezdi hani. Bende halen ara sıra ağzımdan kaçırırım hani. Ancak hemen toparlarım kendimi. Küfrün berbat bir olgu olduğunu öğrenecek kadar çok haşır neşir oldum.
O nedenledir ki mazur görmem mümkün değil. Kendim de etsem, kendimi ayıpladığım bir tutumdur.
Futbol sahalarındaki küfür ise bambaşka bir durum. Çünkü orada dokunulmazlığı olan bir davranışa dönüşüyor küfür. En galiz küfrü eden etrafı tarafından alkış alıyor. Beğeni kazanıyor. Beğenmeyenler de oluyor elbette ama onlarda sesini çıkaramıyor.
Cezalandırma ise zaten yok. Kulübümün formasını aldım, atkısını aldım, kombinemi aldım tribünde de küfür etmek benim hakkım diyen bir mantık bile duydum. Ey akılsız adem! O küfür yüzünden kulübün aldığı cezayı hayatın boyunca çalışsan kazanamazsın, hiç düşündün mü?
Hani her transfer döneminde kulüp başkanlarına futbolcu al diye sallıyorsun ya sosyal medyadan. Sezon içinde ettiğin küfür yüzünden bir transfer parasını sen hiç ediyorsun zaten!
Ama cezalar sana verilmiyor ya! Et sen küfrünü tabi.
Eeee hani bizim muazzam e bilet sistemimiz vardı sahi; ne oldu o? Hani tüm statlara manyak net fotoğraflar çeken kameralar konulmuştu hani? Hani bu sistemler çok pahalıydı da maliyetine başka bankalar yanaşmadı diye, kabullenen tek bankaya mahkum ettiniz bizi. Yalandı. Yalandı ve biz bunu bildiğimizden istemezük dedik.
Tabi dün akşam bir başka mesele daha vardı. Fütursuz bir başkanın ardına düşmüş binlerce taraftar, Beşiktaş’a, ondan da öte Süleyman Seba’ya küfretti. Buna da Fenerbahçe yönetimi sessiz kaldı. Hani heykeli açılırken hazır bulunduğunuz adam var ya. Hani öldüğünde cenazesinde ön saflarda bulunduğunuz. O insana küfredildi. Hatta sosyal medyada çok daha ileri gidildi. Ölüm döşeğindeki fotoğrafı kullanılarak küfredildi.
Ve bunlara tek bahanesi koskoca camianın, bizimle ilgisi olmayan maçlarda başkanımıza küfredildi, oldu.
Ne yazık ki o tribünler zaman zaman elde mikrofonlarla fırçalanarak cumhuriyetten çok bir derebeyliğine dönmüş durumda. Başındaki zorba, hukuksal olarak başına dert olmayacak metinler yazabilen avanelerinin sayesinde istediğine, istediği lafı söyleyebilmekte.
Yemezler be! Kendi tribününden kovduğun adamlar gayet net görüyor sürüklediğin çukurun neyle dolu olduğunu. Biz seninle o çukura girmeyiz. Biz dediğim sadece Beşiktaşlılar değil. Futbola bir oyun olarak bakmayı başarabilmiş; rakibi yenmenin en keyifli yanının onu en güçlüyken yenmek olduğunu anlamış. Haksızlık bize yarasa da söyleyebilmiş. Bir birinin yüzüne bakabilen, en acı yenilgi sonrası bile üzerine konuşup gülebilen insanlar. Senin art niyetin bizi yok edemez. Bunu biliyoruz. Sende bil.
Elbette bunların cevabını vermek Beşiktaş Yönetimine düşüyor. Elbette verilen cevap herkes tarafından kabul görmeyecek. Birileri daha sert, birileri daha akil tavır bekleyecek, birazda kendi mizaçlarından ilham alarak.
Kendi adıma tek ricam olacak, susma Başkan. Sakın susma. Biliyoruz ki şampiyonluğa giderken bunun huyu bu. İlla gerer ortalığı. Tebaasını böyle kenetlemeye çabalar her diktatör gibi. Gücünü, enerjisini böyle toplamaya çabalar. Bu sene bize yapılanı her sene bu haftalarda diğer rakiplerine yaptılar. Sakın susma. Akıl en büyük güçtür ve biliyoruz ki aklını iyi kullanıyorsun.
İçimizden Biri / Beşiktaş Arena