Derbi sonrası Başkan Fikret Orman Cüneyt Çakır’ın bir daha Beşiktaş derbilerine atanmaması isteğini camia adına Başkan olarak bir basın toplantısıyla deklare etti. Özellikle bizim camiamızda, sosyal medyada, forumlarda oldukça hararetli tartışıldı bu deklerasyon, takip etmedim ama muhtemelen basılı medyada da tartışılmıştır.
Bu deklerasyonun hemen ardından Konyaspor Kupa maçına MHK skandal bir kararla, bana göre hiç bir önemi olmamasına karşın, Koya bölgesinden bir hakemi kendi kurallarını ve içtihatini hiçe sayarak bir hakem ataması yaptı. Oynayacağımız diğer derbiye Cüneyt Çakır’ın atanıp atanmayacağını, ya da Başkanın camia adına yapmış olduğu bu deklerasyonun nasıl bir yankı bulacağını önümüzdeki günlerde, sezon sonuna kadar göreceğiz.
Sormak istediğim soru aslında şu; Böyle bir deklerasyonun kendi camiasının amiyane tabiri ile “gazını almak”tan başka ne işe yaradığı? Mevcut kurallar, kanunlar hatta anlaşmalar gereği bu deklerasyon “dilek”ten öteye geçemez, çünkü aksi durumda hiç bir yaptırımımız olamaz. Abartıyorum bundan sonraki tüm maçlarımıza Cüneyt Çakır MHK tarafından atansa, hangi hukuki yaptırımla “hayır bunu yapamazsın” diyebiliriz ki? Benim bildiğim böyle bir yaptırım gücümüz yok, sadece bizim değil, hiç bir takımın yok… Sadece bazı takımların(!) ilgili kurullardaki taraftarlarının bulundukları makamın sorumluluğunu hiçe sayarak “Fanatik taraftar” kimlikleri ile bazı takımlara(!) geçmişte “şirinlikleri” olmuştu, o kadar.
Başkanın yapmış olduğu bu tip deklerasyonları şimdi TFF’nin başında olan eski başkanımız “Yumruğu masaya vurarak” çok sık yapardı. “Yumruğu masaya vurmak” artık ne demekse Başkan Orman da “yumruğu masaya vurdu”mu bilmiyorum ama herhangi bir yaptırımı olmaksızın “yumruğu masaya vurmak” içi boş bir söylemden başka bir şey değildir.
Bu ülkede özellikle futbolda kimse adaletin peşinde değil. Ruhunda centilmenlik olması gereken sporda bile değil…! Bizim dışımızda herkes sadece ne pahasına olursa olsun kazanmak istiyor. Aslında herkesi iki takıma indirgemek gerek. Özellikle iki takım için başarıya giden her yol mübah. Dört kırmızı kartın çıktığı maçı haksız bir penaltıyla kazanırken tribünde “oley” çekecek seyirci kitlesinin Beşiktaş taraftarı olması mümkün müdür? Hayır değildir! “Ben şampiyonlukların saha da değil masada kazanıldığını öğrendikten sonra…” diyecek bir Beşiktaş başkanı olabilir mi? Hayır olamaz! Ama kendi lehlerine çalınan penaltı için “Pozisyon Penaltı değil Allah belanı versin” tezahüratı sadece Beşiktaş tribünlerinden gelir.
Büyüklerden sadece Beşiktaş camiası ezici bir çoğunlukla ne başkasına ait olan sevabı dahi ister ne de kendine ait günahı başkasına vermek ister. Sadece Beşiktaş camiası ezici bir çoğunlukla “Ne biz kimsenin bir liralık hakkını yiyelim ne de kimse bizim bir liralık hakkımızı yemesin” der. “Şeref”inle oyna “Hakkı”nla kazan demek budur! Bir sürü farklı tanımı da olsa ünlü “Beşiktaşlılık duruşu” budur. Bu sadece futbol için de geçerli değildir, inanın hayatın tüm yelpazesinde geçerlidir bu…
Peki bu Adaleti ülkemizde futbolda hayata geçirmek mümkün müdür? Yanıt çok kısa, asla ve asla mümkün değildir! Çünkü ülke taraftarının yaklaşık %60-70’ini oluşturan kitlenin Adalet anlayışı “biz kazanırsak herşey adildir, kaybettiysek adalet yoktur” ile sınırlıdır, ne yazık ki…
Adaletin sağlanabilmesi için sonsuz sayıda çözüm önerisi üretmek mümkün, ama tüm bu çözüm önerileri Napolyon’un “toplar neden sustu?” sorusuna “6 nedeni var, bir; barut yok” denmesi üzerine “gerisini saymana gerek yok” demesi gibi, insanımızın içindeki adalet duygusu eşittir “barut yok”!
Cengiz Altın / Beşiktaş Arena