22 Kasım 1947 günü, İnönü Stadı’nın açılışı şerefine İsveç’in AIK takımına karşı oynanan maçta, taraftarın ıslıklamasından sonra rivayete göre üzüntüden ağlarken ağzından çıkan bu cümlelerle formasına veda etmiş “Baba” Hakkı Yeten. Şimdi için büyük, o yıllar için normal sayılabilecek bir yaş olan 38 yaşındaymış. Derler ki, “Baba” Hakkı’nın Süleyman Seba’yı alnından öptüğü fotoğrafa bakanlar, Beşiktaş’ı görürmüş.
1910 yılında, şimdi Bulgaristan sınırları içinde yer alan Vodina kasabasında doğmuş “Baba” Hakkı. Babası Osmanlı subayı Binbaşı Mahmut Nedim Bey, o yıllarda kaynayan Balkan kazanından uzaklaşmak için Hakkı Yeten 1 yaşında iken ailesini İstanbul’a, Beşiktaş semtine getirmiş. Ama yine o yıllarda yetiştirdiği subayların yanında,” Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” uğrunda şehit olan subaylarıyla da ünlü olan Osmanlı Ordusu komutanı Binbaşı Mahmut Nedim Bey 1. Dünya Harbi sırasında şehit olmuş. Muhtemeldir ki hem o yıllardaki en popüler mesleklerden biri olması (ne zaman değil ki?), hem de babasının kaybı sebebi ile asker olmaya karar verdi ve Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne kaydını yaptırdı. Böylece hem koca bir camianın hem de kendi kaderinin değişmesi yönünde ilk adımı atmış oldu. Daha çocuk yaşta verdiği bir kararın, hayatını etkileyebileceğini nereden bilebilirdi ki?
Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde öğrenci iken futbol ile tanıştı. Kısaya yakın orta boylu ama geniş omuzlu, yere sağlam basan serdengeçti bir delikanlı idi. Topla sanki bir organı gibiymişçesine bütünleşebiliyor, sağlam bir vuruşla öküzü bile devirebileceği sağ ayağı ile bomba gibi şutlar çıkarıyordu. Okulda ve çayırda yapılan maçlarda kısa sürede fark edildi ve ilk profesyonel futbol yaşantısına, İstanbul ligi takımlarından Karagümrük’te başladı. Yıl 1926. Karagümrük’te geçen yılların ardından ünü artık Fatih sınırlarını aşmış, İstanbul’da yerel bir futbol kahramanı haline gelmişti. İlk başka Galatasaray Kulübü başkanı Zeki Rıza Sporel transfer girişimlerinde bulunmuş ama Şeref Bey ondan daha hızlı davranarak genç golcü Hakkı Yeten’i Beşiktaş’a mal etmişti. Yıl 1931. Gerçi Baba Hakkı yaşadığı semt itibarı ile Beşiktaş’a sempati duyuyordu ama en önemli etken, kulübün evine yakın olması idi. O zamanki ulaşım koşullarında Beşiktaş’tan Fatih’e gitmek, hem de öğrenci şartları ile büyük mesele idi.
1931 yılından 1948 yılına kadarki süreç anlatmakla bitmez. Başarıları;
Büyüleyici bir tablo. Öncelikle günümüz tabiri ile “winner” yani kazanan bir karakter olduğu ortada. 17 yıl boyunca giydiği çubuklu forma altında çıktığı 439 resmi maçta 382 gol kaydetmişti ki, son yıllarda (İlhan Mansız’dan beri diyebiliriz) forvet oyuncularımızdan beklediğimiz verimi alamadığımızı düşünürsek, şu an oynasa dahi takıma çok büyük katkı yapacağı aşikardır. Ayrıca hem Fenerbahçe hem Galatasaray’a 30’ar gol atarak kulübümüz tarihinde ezeli rakiplerine en çok gol atan oyuncu ünvanını elinde bulundurmaktadır. Futbol oynadığı dönem itibarı ile uluslararası düzeyde çok fazla milli müsabaka yapılamadığı için sadece 3 defa milli formayı giymiş, toplamda 1 gol atmıştır. Şimdiki şartlar ve futbol ortamı ile karşılaştırırsak inanılmaz diyebileceğimiz sayılar ile karşı karşıyayız. Yukarıda yazılan başarıları bile iyi bir futbolcuyu “efsane” mertebesine sokacaktır. Ama “Baba” Hakkı sadece futbol efsanesinden ibaret bir figür değildir. O, Beşiktaş camiasının baş tacıdır. Dünya spor tarihinde herhangi bir ademoğlu ile bu kadar özdeşleşen bir camia örneği daha yoktur. Bugün Beşiktaşlılığımızı tanımlarken kendimize referans aldığımız tüm özellikler Hakkı Yeten’in şahsiyetinde toplanmıştır: Delikanlılık, alçakgönüllülük, gurur, onur, vakur duruş, dürüstlük, sadakat, adalet… Beşeri beşer yapan ne kadar pozitif tabir varsa hepsi Hakkı Yeten için sayılabilir. Veya Hakkı Yeten dediğimizde futbolla az da olsa alakası olan herkesin aklına bu özellikler gelir. Öyle baskın ve lider bir karakterdir ki, bir maçta oyundan atılan sağ bek Cihat hakemin defalarca ısrarına rağmen oyundan çıkmamış, “Baba”’nın bizzat yönlendirmesi ile sahayı terketmiştir. “Sen çık Cihat…” “Sen çık…”. Hangi evlat babasından onay almadan bir işe girer ki?
Yukarıda özelliklerini sayarken bilerek eklemediğim bir özellik var; kaybetmeye tahammülsüzlük. Bu, bir insan için olmazsa olmaz bir özellik olmamakla birlikte, bir sporcuda kaybetmeyi kabullenme özelliği varsa, ne kadar yetenekli olursa olsun belli bir seviyeye gelemez. Yine bir gün Ankara’da Harp Akademisi ile maç yapılmaktadır. İlk yarı sonunda takım 3-0 mağlup. Hangi baba evladının mahallenin diğer çocukları karşısında ezilmesini ister ki? Gerekirse kendi oğluna tokadı basar ve kendine getirir. Hangimiz babamızdan böyle tokat yemedik ki? “Adam gibi top oynayın! Bu maçı kaybersek eve yürüyerek dönersiniz!” Elinde dönüş biletleri, takımın gözünde korku. Demek ki mağlubiyet korkusu, Baba Hakkı’dan dayak yemek kadar büyük değilmiş. Bazen hayal ediyorum, günün profesyonel futbolcularına takım kaptanı böyle bir şekilde hitap etse, tepki nasıl olur acaba?..
Eski nesil mahallenin delikanlı abileri sadece astıkları astık, kestikleri kestik olduğu için örnek alınan karakterler değildi. Öncelikle hepsi büyüğüne saygı, küçüğüne sevgi duyan, her şeyi affeden ama saygısızlığı affetmeyen türde insanlardı. Bir gün Şeref Stadı’nda Fenerbahçe ile oynanmaktadır, Beşiktaş’ımız yine fırtına gibi esmektedir ve ilk yarıyı 2-0 önde kapatmıştır. Kapatmıştır kapatmasına ama “Baba” Hakkı hiç rahat değildir. Gider, rakip takımın kaptanının yanına yapışır yakasına; ” Arkadaşlarına söyle biraz maça asılsınlar bu maçın zevki böyle çıkmaz… O kadar insan güzel bir maç izlemeye gelmişler sizler dökülüyorsunuz… Bir an evvel kendinize çeki düzen verin…”. Çünkü insan başkasına saygı duymaz ise kendine asla saygı duymaz. Delikanlılık raconu da bu değil midir?
Farketti iseniz hep delikanlılık, efendilik, adamlık üzerinden giderek tanımladım “Baba” Hakkı’yı. O öyle bir figürdür ki, sadece oyuncular için futbol tabirleri ile veya insan için sosyoloji, psikoloji tabirleri ile tanımlamaya kalkar isek bir şeyler hep eksik kalır. O, “Baba” Hakkı’dır. Öyle baskın bir figürdür ki, arkasından gelen birçok birçok futbolcuyu “korkutucu” derecede etkilemiş ve hatta Türk futbol tarihini değiştirmiş diyebiliriz. İstanbul liginde fırtına gibi eserken ani bir kararla askere alınan Lefter Küçükandonyadis’i ilk başta Beşiktaş’lı yöneticiler keşfetmiş ve transfer teklifinde bulunmuş ama Lefter “Baba Hakkı’nın olduğu yerde ben heyecandan oynayamam” deyip teklifi geri çevirmiştir. Yine Metin Oktay, İzmir Ligi’nde oynarken ilk başta Beşiktaş’ın yöneticileri ile temasa geçilmiş, rivayete göre ilk önce maçı izleyen yöneticiler Oktay’ı beğendikleri halde sözleşme imzalamadan önce “Baba” Hakkı’nın ceketi Metin Oktay’a bol geldiği için “bu çocuk çelimsiz” denilerek transferden vazgeçilmiş. 2015 yılı alışkanlıklarından 1940-50’lere bakınca neredeyse “komik” denecek olaylar ama böyle olmuş.
Aktif futbol yaşantısını bıraktıktan sonra bile Beşiktaş’tan kopmamıştır, 1948-1952 yılları arasında iki defa Beşiktaş futbol takımı teknik direktörlüğü yapmış, 1960-1968 yılları arasında ise aralıklarla 3 defa başkanlık yapmıştır. Başkanlığı sırasında kulüp 3 defa şampiyonluk yaşamış, 1968 yılında kulübün kuruş borcu yokken ve arka arkaya 3. Şampiyonluğuna koşarken, rivayete göre siyasi sebepler ile başkanlıktan şaibeli bir şekilde uzaklaştırılmıştır. Onun ayrılmasından sonra 14 sene şampiyon olunamamış, kulüp ekonomik olarak batağa saplanmıştır. Bu durum, özellikle Beşiktaş tarihinin sadece tekerrürden ibaret olduğunun açık kanıtıdır.
Tüm karakteristik ve sportif özellikleri ile birlikte “Baba” Hakkı Yeten asla halktan kopuk bir hayat yaşamamıştır. Futbolculuğu sırasında 1937 yılında Hukuk fakültesini bitirmiş, futboldan (siz onu Beşiktaş olarak anlayın) arta kalan zamanlarında toplumsal meselelerle de ilgilenmiştir. 12 Eylül öncesi “Red” dergisinde sol ve sosyalizm üzerine makaleler yazmıştır. Ben, hiçbir zaman Beşiktaş ve Beşiktaşlılığı Hakkı Yeten’in karakterinden bağımsız değerlendirmedim. Bugün bile Beşiktaş taraftarının, en azından “semtte” yaşayan maçları aktif olarak takip eden kısmının büyük bölümü sosyal demokrat veya halkçı olarak tanımlanabilir. Belki de ne olursa olsun, kendi ektiği tohumların meyvesi böyle olmaktadır.
“Baba” Hakkı Yeten’i anlatan yazıyı aslında daha kısa tutmayı planlıyordum ama rahmetli anlatmakla bitecek bir karakter değil benim için. Bunun yarısı kadar cümleyi de daha fazla uzamasın diye yazıdan çıkardım. Daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen internetin sınırsız kaynaklarından veya doğrudan kulübe giderek bilgi edinebilir. Benim amacım, Beşiktaş tarihinin en önemli ve büyük figürü hakkında, kendi adıma tarihe derkenar düşmektir. O nedenle benim kelimelerimin bittiği yerde sözü Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden Cemal Süreya’ya bırakıyorum. Çünkü muhtemelen benim paragraflarca yazıp anlatamadığım “Baba” Hakkı’yı, o sadece birkaç cümle ile anlatmış:
“Beşiktaş’a ne kaldı ondan? Tek kişiden kalabilen en çok şey… Bugün, Fenerbahçe’yi zaman içinde var olmuş birçok oyuncuyu yan yana koyarak tanımlayabiliriz. Galatasaray’ı da. Beşiktaş’ı yalnız onu düşünerek de açıklayabiliriz. Bu bir olay. Mutlaka adı olmalı.”
Not: Yazıda geçen tarihsel ve istatistiksel bilgilerin çoğu başta Ekşisözlük ve Wikipedia olmak üzere internetten derlenmiştir.
Uyar ALTUNTAŞ / Beşiktaş Arena