“Büyük başkan Feyyaz’ı
Bize bağışla!”
1994 – 1995 sezonunun açılış gösterilerinde tribünler haykırıyordu rahmetli Seba’ya. Kimse Feyyaz’ın yuvasından ayrılacağını düşünmüyor, Seba’nın sadece bir defa o ünlü inadını kırıp Feyyaz’ı affedeceğini düşünüyordu. Feyyaz ise (nam – ı diğer “Kibar Feyzo”), birkaç gün sonra Fenerbahçe’ye imza atıyordu.
27 Ekim 1963 İstanbul, Avcılar doğumludur. Günümüz gençliğinin hayallerinin dahi ötesinde olarak şimdi İstanbul’un göbeği olarak lanse edebileceğimiz Avcılar ilçesi, o yıllarda bir köyden hallice hali ile bir kasaba idi. İnsanların yazın denize girdiği, şirin bir sahil kasabası. Yine o yıllarda Avcılar’dan İstanbul’a gitmek ortalama 3 saat aldığı için, futbola doğal olarak Avcılarspor’da başladı. Altyapıda kısa sürede ismi duyuldu ve ilk ciddi transfer teklifini Lüleburgazspor’dan almasına rağmen bu gol makinası kavruk ve nispeten çelimsiz oğlan, kendisinden habersiz Serpil Hamdi Tüzün’e tavsiye edilmişti bile. Sonrasında ise Serpil Hoca’nın bizzat müdahelesi ile bir takım forma karşılığında Feyyaz Beşiktaş’a transfer oldu. Avcılarspor’un estetik ve nezaket dolu cevabı ile “Beşiktaş’a oyuncu vermek bizim için şereftir”.
1975 yılında temelleri atılan ve yağmur gibi oyuncu yetiştirmeye başlayan Beşiktaş “özkaynak” düzeni, Feyyaz’ı yoğurmaya başlamıştı bile. İlk başta, sadece iyi bir futbolcudan ziyade örnek ve kaliteli insan olmayı öğreten bu düzende ne eğitiminden geri kaldı ne de sporundan. Daha sonra belki de “Baba” Hakkı Yeten ve Seba’dan sonraki en büyük Beşiktaş efsaneleri olacak olan “Sarı fırtına” Metin Tekin ve Ali Gültiken gibi o da söz konusu yıllar için çok zor bir seviye olan üniversite eğitimine başlamış, alt yapıdan herkese örnek bir şekilde A takıma yükselmişti. İlginç bir ayrıntı olarak, üniversite eğitimini de tamamlamış, bir süre Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştı. Sonra doğal olarak mesai saatlerinde çok fazla “raporlu” olduğu için asıl mesleğinden ayrılıp, futbola tamamen konsantre olmuştu.
Profesyonel kariyerinde ilk çıktığı maç olan Samsunspor karşısında ilk golünü atmıştı atmasına ama doğru düzgün sevinememişti. Çünkü Samsunspor küme düşme mücadelesi içindeydi ve takımın babaları Feyyaz’ın sevinmesini özellikle engellemişti. Bir Beşiktaşlı, kıymetli rakibi kötü durumda iken sevinebilir mi ki?
Bundan sonrası başarılarla dolu bir kariyer…
“Metin… Ali… Feyyaz… Feyyaz! Gol! Gol sayın dinleyiciler!”
Beşiktaş ile çıktığı 320 resmi maçta 170 gol atmış, 4 lig ve 2 Türkiye kupası kazanmıştır. Hala profesyonel lig tarihindeki en golcü Beşiktaşlı futbolcudur. Bugün 30’lu yaşlarda olan Beşiktaş taraftarlarının mayasında Metin Tekin’in sağ kanattan ortasına istinaden Ali Gültiken’in klas bir dokunuşla ile Feyyaz’a müsait durumu yaratıp, onun genelde sağ ayağının içi ile bitirdiği golleri vardır. Ceza sahası içinde buldu mu affetmezdi. Bir bakmışsınız kaleye bakmadan, sağ köşeye şık bir plase… Bir bakmışsınız Rıza’nın ortasına “nereye yaptı bu ortayı ya!” derken son anda arka direkte bitip şık bir kafa vuruşu… Bir bakmışsınız tabiri caiz ise yengeç gibi yan yan çalım atarken uzaktan şık bir vuruş… Çok çalışmanın veya sporcu kabiliyetinin ötesinde büyük bir yeteneğin yapabileceği şeyleri çok kolaymış gibi yapan büyük bir golcü idi.
Bunun da ötesinde, gerçekten lakabı gibi “Kibar” bir adamdı Feyyaz. Hakemle veya rakiple dalaştığı görülmezdi. Saha dışında biraz hareketli olduğu iddia edilirdi ama kimse hissetmezdi. Şeytan tüyü olan adamlardandı. Ve her Beşiktaşlının makus talihi olduğu gibi, sudan sebeplerle milli takıma alınmaz, alınsa bile ilk 11’e yazılmazdı. Biz zaten bunun için bu takımı sevmedik mi?
Beşiktaş’tan ayrılışı bizim için çok büyük bir travma olmuştu. Yıllar sonra aldığı dolarlar için 1 saniyede ne Beşiktaşlılığı ne de özsaygısı kalanlar gibi değil, candan bir Beşiktaşlıydı. Kendi anlattığına göre, kulübün kendisine verdiği çekler üzerindeki tarih hataları nedeni ile olay gereksiz büyümüş ve önlenemez boyuta gelmişti. Ve karşısındaki herhangi bir adam değil, Seba idi. Çok sevdiği kulübünden Beşiktaş’ın ilkelerine uygun hareket etmediği için ayrılmış, daha kötüsü vefatından 1 – 2 yıl öncesine kadar Seba ile küs kalmıştı. Fenerbahçe’ye imza atarken ki yapılan tören hala aklımda. Gözlerim dolu dolu izliyordum haberlerde. Gazeteciler o zamanın adetlerinden olan “bayrağı öp” goygoyuna başlamış, Feyyaz’ın gözleri dolmuş ve sadece “öpemem” diyebilmişti.
Bu ayrılıktan sonra, 2002 – 2003 sezonunu başında, efsanevi 100. Yıl şampiyonluğumuzda Mircea Lucescu’nun yardımcısı olarak kulübe geri dönmüş ve şampiyonlukta bu sefer teknik ekip üyesi olarak büyük pay sahibi olmuştu.
Günümüzde zaman zaman antrenör, zaman zaman gazeteci olarak meslek hayatına devam etse bile, bizi Beşiktaşlı kimliği ilgilendirdiği için o detaylara girmeyi gerekli görmüyorum. Bu nedenle yazımı yine onun cümleleri ile çok şık ve nadide bir özet ile Beşiktaş değerlerini açıklayan cümlelerle bitiriyorum.
“’Beşiktaş’ı gazetelerde üçüncü sayfa takımından ön sayfa takımı haline getireceğiz’ dediler. Sıkıntı da tam o noktada başladı. Beşiktaş, mütevazılığıyla bir şeyler başarmıştı, ön sayfada olma zorunluluğu yoktu. Bırak Beşiktaş olduğu gibi kalsın, öyle seviliyor, öyle yaşasın. Niye kulübün kimliğini değiştirmeye çalışıyorsun?”
Uyar Altuntaş / Beşiktaş Arena