“Ahmet Dursun, Seba Gitsin!”
Başkanlığı döneminde 3’ü arka arkaya ve 1’i namağlup olmak üzere kulübe 3 farklı antrenör ile toplam 5 şampiyonluk ve sayısız başarı kazandıran Süleyman Seba, tribünlerden yükselen bu seslerle uğurlanıyordu. Derler ki, “Baba” Hakkı’nın Süleyman Seba’yı alnından öptüğü fotoğrafa bakanlar, Beşiktaş’ı görürmüş.
Öncelikle belirtelim ki Seba başkan hakkında detaylı bilgi edinmek isteyen herkes gazeteci ve yazar, aynı zamanda çok iyi bir Beşiktaşlı Rıdvan Akar’ın “Beşiktaş’ın dervişi Süleyman Seba” adlı biyografik eseri edinip okuyabilirler. Ne kadar özgün kalmaya çalışırsam çalışayım, yazdıklarım o eserdekilerin özeti olmaktan ileri gidemeyecek. Yaptığım, kendi adıma büyük bir Beşiktaş efsanesi hakkında tarihe derkenar düşmektir.
1926 yılında Sakarya’nın Hendek ilçesinde doğmuş başkan. Annesi Nazlı hn ve babası Rıza Bey Çerkes göçmeni bir aileden geliyormuş. Babası bir süre devlet memuriyeti altında çalışsa da daha sonra memleketine geri dönüp ailesinden yadigar kalan toprakları işlemeye başlamış. Gördüğüm bazı kaynaklarda fakir bir çocukluk geçirdiği yazsa da, gerçekte zengin denmeyecek ama varlıklı bir aileden gelmekte. O yıllarda nüfusunun %90’ının fakir olduğu bir memlekette gerçekten büyük bir ayrıcalıkla yetişmiş diyebiliriz. Çocukluğu Hendek’te, ailesinin yanında geçse de ilkokula başlayacağı zaman ailesi daha iyi bir eğitim alacağını düşünerek Seba’yı İstanbul, Beşiktaş’ta yaşayan halasının yanına yollamış. İlkokulu bitirdikten sonra, babası kendisinin de mezun olduğu Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi’ne) kaydını yaptırsa da bir sene orada okuduktan sonra kendi isteği ile hayat boyu gururla anacağı Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydını aldırmış. Öğrenciliği sırasında futbol ile tanışmış, kısa sürede okul takımında kendini gösterdikten sonra beden eğitiminin yönlendirmesi ile Beşiktaş altyapı seçmelerine girmiş, yıl 1943. Tribünde “Baba” Hakkı ile dönemin başkanı Sadri Usoğlu… “Baba” Hakkı… “Baba” Hakkı’nın karşısında ne kadar oynanırsa o kadar oynamış. Kolay mı hem semtin, hem de Beşiktaş’ın delikanlı ağabeyi Hakkı Kaptan’ın karşısında oynamak? Ama oynamış ve onların dikkatini çekmiş. Neticede o artık aşığı olduğu kulübün altyapısında oynamaya başlamış.
Altyapıda çok başarılı 2 – 3 yıl geçirdikten sonra yöneticilerin talebi ile A takıma yükselmiş. Yıl 1945. Genç takımda iken normalde forvet oynuyormuş ama A takımdaki yoğun rekabet nedeni ile onu sağ açık olarak oynatmaya başladılar ve kısa sürede A takımın devamlı oyuncusu haline gelmiş. O yıllarda bizzat “Baba” Hakkı ve Sadri Usoğlu’nun yönlendirmesi ile gençleşen takım, şampiyonluklara aynen devam etmiş. Hatırlatmakta fayda var; Beşiktaş’ımız “Türkiye Profesyonel Ligi” kurulana kadar (1959), Türkiye’de rakipsiz denecek seviyede başarılı idi. Sadece 1939-1945 yılları arasında 5’i üst üste olmak üzere 6 defa şampiyon olunmuş, İstanbul liginde kuruluşundan 1959 yılına kadar toplam 15 şampiyonluk yaşamıştır.
Süleyman Seba’nın hayatının dönüm noktalarından birisi, kulübün Amerika Birleşik Devletleri seyahatidir. Amerika’da futbol kültürünün gelişmesi için o sezon Türkiye Ligi şampiyonu olan Beşiktaş’ımız gösteri maçları için davet edilmiş, turne boyunca 6 maçta tamamı en az 3 farklı olmak üzere 5 galibiyet ve 1 beraberlik alınarak büyük bir başarı sağlamıştır. Bu turne boyunca en çok dikkat çeken ve konuşulan oyuncumuz rahmetli Seba olmuş. Amerika’dan sonraki durak İngiltere olmuş, o yılların İngiliz devi Manchester United ile maç yapılmış ve maçta öyle iyi oynamıştır ki Seba, Manchester yöneticilerinden transfer teklifi almış. Teklif hem yönetime hem Seba’ya iletilmiş ama o zaman kulüp başkanı olan Sadri Usoğlu tarafından reddedilmiş. Seba; her zaman ki mütevazi hali ile o turneyi şöyle değerlendirmiştir “Memleket için elimizden geleni yapmak istedik, ben de üzerime düşeni yaptım”. Ama Manchester transferine engel olan Sadri Usoğlu ile hayatının geri kalan döneminde asla yıldızı barışmamış. Kim bilir, eğer o transfere izin verilse idi hayat hem kulüp hem Seba için çok farklı olacaktı.
Bu dönemden sonra ise hayatını etkileyen iki olay var, birisi futbolu bırakmasına neden olan, günümüzde bile bir sporcunun en tehlikeli düşmanı Menisküs sakatlığı, diğeri ise MİT bünyesinde çalışmaya başlaması. Futbolu bırakması aslında ona hayatını şekillendirecek bambaşka bir dünya açmış oldu aslında. İstihbarat için çalıştığı döneme ait elimizde pek bir bilgi yok, ama şu kesin ki; sadece Seba nedeni ile değil, kuruluşumuzdan 2000’li yılların başlarına kadar yönetim ve camia bünyesinde devlet ile her zaman iyi ilişkiler kurulmuştur. Zaten kurucularımızdan olan Ahmet Fetgeri, Mehmet Şamil, Hüseyin Bereket beyler, Şükrü Paşa… Doğrudan Osmanlı bürokrasisinin içinde olan kimselerdi. O sebeple diğer camialara göre, özellikle Seba’nın başkanlığı zamanında devletle olan iyi ilişkilerimiz hiçbir zaman garipsenmedi ve dahası rakiplerimiz tarafından kıskanıldı.
Başkanlığına kadar geçen sürede devamlı Beşiktaş’ın menfaatleri doğrultusunda işler yaptı Seba. Hiçbir zaman kişisel ikbalini kulübün önüne koymadı. 1963 yılında ilk yöneticilik deneyiminden 1984 yılında başkan seçileceği kongreye kadar ne zaman ihtiyaç olunsa yardıma koşmuş, maddi kaynak sağlanmasına olanak tanımış ve gerektiğinde istifa etmekten çekinmemiştir. Açıkçası 1968 yılında başkanlıktan istifa eden “Baba” Hakkı döneminden kendi başkanlığına kadar uzun süre istikrar sağlanmamış, kulüp devasa seviyede borçlanmış, arada günümüzde olduğu gibi “bir kibritte sen çak” gibi destek kampanyaları olsa da 14 sene boyunca şampiyonluğa mal olan karanlık bir döneme girilmiştir. 1982 yılında Mehmet Üstünkaya döneminde bir defa şampiyonluk yaşansa da artık kulübün ekonomik darboğazından kurtulma şansı kalmadığı ayyuka çıkınca Seba neredeyse Beşiktaş camiasının ağır abilerinin tamamının desteğini alarak Başkan seçilmiş.
Ve geldik 16 yıllık (1984-2000) başkanlık serüvenine… Ne diyebiliriz ki, ne anlatabiliriz ki? Şu andan bakınca o kadar olmaz denilen bir bataklıktan (tanıdık geldi mi?), büyük bir dev yaratmış neredeyse tek başına. Sportif başarıları;
Tesis katkıları;
Ve burada yazmaya yerimizin yetmeyeceği, Beşiktaş’ın geleceğini kurtaran onlarca tesis.
Bu başarıların yarısı bile herhangi bir yöneticiyi “efsane” sınıfına sokmaya yetecek iken Seba’yı sadece bunlarla anamayız. O, sadece futbolun getirisi olan iyi özellikleri ile değil, hayata karşı duruşu ile önce “adam” sonra “efsane” olmuş bir figürdür. “Baba” Hakkı’dan aldığı bayrağı gelecek nesillere aktaran, Beşiktaş için gerektiğinde evini ipotek ettirip kimse ile paylaşmayan, en bahtsız en kötümser ve en adaletsiz durumlarda bile efendiliğinden, insanlığından ödün vermeyen, “benzersiz” diyebileceğimiz bir insandı o. Şimdi okuduğumuzda bize en iyi ihtimalle “temenni” olarak gelecek aşağıdaki ilkeleri 16 yıllık başkanlığı boyunca başarı ile kulüpte uygulayan, bu ilkelerin dışında hareket edenlerin adı “Feyyaz”, “Sergen” dahi olsa “Kimse Beşiktaş’tan büyük değildir” diyerek, bir gram dahi taviz vermeyen benzersiz bir karakter:
Daha ne diyelim ki…
Kendi adıma her şeyi geçtim; başarılarını, yöneticiliğini, efendiliğini, adamlığını, Beşiktaş sevgisini… Bunlar, günümüz yöneticilerinin bazısında bulunacak özellikler olabilir. Nasıl bir karakter ki, egoları arşı aşabilecek, 3’ü arka arkaya olmak üzere 5 şampiyonluk yaşamış futbolcusundan, en sivri en polemikçi rakip yöneticisine kadar, herkesin kendine örnek aldığı ve girdiği ortamın seviyesine düşen değil, seviyesini yükselten bir insan olabilir? 25 yaşında, istese başka takında dolar milyoneri olabilecek çapta futbolcuları nasıl daha azına razı edebilir? Birbirinden farklı 40 adamın tamamının nasıl karakteri, kişiliğini değiştirebilecek derecede bir dervişane dünya görüşüne sahip olabilir? Bunları aklım almıyor. Bu saydıklarımdan birisini bile yapabilsem kendimi başka bir seviyede görecekken, bir insan bu olumlu özelliklerin tamamına sahipken nasıl bu kadar mütevazı ve sofistik olabiliyor? İnanın aklım almıyor. Bunlar sadece Çerkeslik, Beşiktaşlılık, adamlık, efendilik gibi beşeri özelliklerle açıklanabilecek şeyler değil. Sanki 40 yıl bir Bektaşi dergâhında çile çekmiş de, tasavvufun, hayatın, kelamın ve beşerin sırlarını çözmüş bir fakir olmuş, çıkmış gibi. Kelimelere dökülmesi zor. Buraya futbolcuların, siyasetçilerin… ne bileyim 40 çeşit insanın Seba hakkında görüşlerini yazabilirim. Hepsinden süzdüğüm fikirlerden çıkan eşsiz bir karakter Süleyman Seba.
Beşiktaş ve Beşiktaşlılık, özellikle sadece taraftarımızın anlayabileceği bazı kodlar ve duruşlar barındırır. Bunları yazmanın gereği yok. Bu kodların ete kemiğe bürünmüş hali “Baba” Hakkı Yeten ise, ruhu Süleyman Seba’dır. Kendi adıma aklıma Beşiktaşlılık hakkında başka tanım gelmiyor. Ve yazımı, özellikle bugünkü yöneticilerimizin kulağına küpe olması gereken bir dervişin sözü ile bitiriyorum:
“Herkesi bir zaman için aldatabilirsiniz, Bazı kişileri her zaman aldatabilirsiniz, Ama herkesi her zaman aldatamazsınız!’ Ben kimseyi hayatım boyunca aldatmadım.”
Uyar ALTUNTAŞ / Beşiktaş Arena