Yıllardır devam eden stat belirsizliği artık yerini ne zaman açılacağına dair bir meraka bırakmışken, kısacası aslında açılışa artık çok kısa bir zaman kalmışken biraz yakından bakmak gerekir diye düşünüyorum “yeni stada”.
Avrupa’ya baktığınızda, işçi sınıfının en büyük eğlencesi iken her gördüğünü isteyen zengin çocuğu tarafından ele geçiriliyor. Statlarda en güzel görüş açısında olan koltuklar onların. Biraz daha varlıklıysan özel locan var. Maçı hem canlı canlı hem TV’den izleme olanakların var. İçeceğin yiyeceğin istediğin zaman geliyor. Tribüne girerken çıkarken rahatsın.
Bize gelince, İstanbul’da zaten artık mahalle aralarında boş arsa olmadığından çocukların eğlencesinden çok, halı sahaya para verebilecek yetişkinlerin oynayabildiği bir oyun olmaya başladı futbol. Anadolu’da yaşayanlar bu anlamda daha şanslı gibi geliyor bana. Yani ülkede futbolun lokomotifi 3 büyük takımında bulunduğu şehirde biz en büyük eğlencemizi zaten teslim etmişiz rantiyeye. Bunun savaşını statlardan önce vermek gerekirdi.
Peki, yeni stat bittiğinde ne olacak? Yerlerimize oturup çekirdek çitleyip (galiba bu da yasak olacak) gol pozisyonu veya güzel bir hareket olduğunda “owww” mu diyeceğiz. Yoksa eski tribünümüz gibi sağlı sollu altlı üstlü birbirimize siyah beyaz mı çektireceğiz.
Stadın teknolojik özellikleri konuşurken üzerinde henüz yeterince durulmamış olan yüz tanıma teknolojisinin biraz daha ayrıntılı tanıtılmasını bekliyorum. Bu teknoloji sayesinde statta tatsızlık çıkaran kişiler anında tespit edilip uzaklaştırılacak. Bu aslında TFF’nin her statta uygulaması gereken bir teknoloji. Ancak sistem kurulurken diğer statlarda hangi düzeyde yapıldı bu belli değil. Sorunca yapıldı mı? Evet yapıldı. Her zamanki gibi var mı var cumhuriyeti!
Ben, tribünlere kimin geldiğinin belli olmasının iyi bir uygulama olduğunu düşünüyorum. O koltukta kim olduğunu bilmeliyiz ki, o kişi hatalı davrandığında sadece ona ceza verilebilsin. Potansiyel suçlu gibi, stada girerken 5 metre arayla iki defa aranmak hiç hoş bir durum değil. Kaldı ki benim çakmağıma ve kuruşlarına kadar madeni paralarıma engel olunurken, halen meşaleler ve bilumum yabancı maddeler ortalıkta cirit atmakta.
3 – 5 kişinin yan yana gelince her şeyi yapmaya hakları olduğunu düşünmesi kadar tuhaf bir düşünce olamaz. Anaokulunda birkaç çocuk el ele tutuşup “önümüze gelene çarparııız” diye bir tekerleme söyleyerek bahçede dolanırdı. O zekâda bir tutum. Açıkçası ağaçlı yolda kol kola stada gitmeyi bende çok severim ancak kaldırımdan taşıp yolu kapatmayı sevemedim. O yol herkesin. Buna hakkımız olmamalı. Ancak o anaokulu zekâsıyla yetişkin bir insanın bedeni birazda alkol desteği aldığında saçmalamak azıtmaya doğru her an evirilebiliyor.
Bunun gibi bir çok çocukça bir cesaretle ya da “tribüncü lük” yaparak geçimini sağlayan insanların bilinçli yönlendirmesiyle herkese açık olan statlar ve tribünler artık birer kurtarılmış bölge gibi görünüyor. Hatta sadece statlar değil, Caddebostan, Mecidiyeköy, Dolmabahçe gibi toplumun tamamının kullanımına açık olan alanlarda bir zümreye ya da bir gruba aitmiş gibi kapatılabiliyor, başka formalı birine rastlanırsa hücum edilebiliyor.
Taraftarlık hiçbir zaman yaşanılan ülke bütününden kopmayı getirmemeli. Toplumun yaşadığı sıkıntıları, hassasiyetleri ki bu konuda öncü Beşiktaş taraftarıdır ve bu inkâr edilemez bir gerçektir, tribünde yaşarken; toplumun geneline açık alanların bir nevi işgal edilmesi, yasal olmayan işlere bulaşılması ezcümle tek başınayken yapamayacağın eylemlerin birlikteyken yapılması asla olmamalıdır.
Tarif etmeye çalıştığım taraftar profili, küçük bir grup. Ancak bugüne kadar beylik laflarla geçiştirildi bu yanlışlar. Her geçiştirildiğinde de daha da büyüdü.
– Birkaç kendini bilmez, oldular mesela.
– Birkaç kişinin eylemiyle tüm camiayı suçlayamadık, mesela.
– Birkaç ayyaşın (ben saldırgan ayyaş tanımıyorum bu arada) işi, oldu defalarca.
– Tribünde taraftar diyemeyeceğimiz insanlar, oldular.
İşin buralara gelmesinde tüm spor yönetimi kabahatli. Tüm spor medyası kabahatli. Tüm geçiştirenler kabahatli.
Birilerinin aklı başına geliyor. Senelerce kullandığı tribünlerden, kovduğu futbolcuya övgüler düzüldüğünde aklı başına gelen bir kulüp başkanı biliyoruz. Senelerce ağızlarından salyalar akıtarak maçları yorumlayıp, rakip kanal maç sonu reytingleri kapınca ağzı salyalıyı kovup, “temiz futbol istiyoruz” diyen yorumcuları da biliyoruz.
Önceki yıllarda bu gruplarla birebir ilişkisi olan yönetimler yöneticiler mevcuttu. Ancak gelecekte tribünlerle ilişki daha kişisel olacak. Sen soracaksın “Stat Abi” anlatacak 140 karakterle. Bu kişisel iletişim ulaşılmaz olan kulüpleri daha yakınınıza getirecek. Gruplara ihtiyaç olmadan kulüple iletişimde bulunmak daha bağlı hissettirecek size.
Daha önceki yazımda dediğim gibi futbolun evrim süreci devam ediyor. Biz daha gelişmiş daha çağdaş bir stadyuma geçerken daha emniyetli bir stadyuma da kavuşmuş oluyoruz.
Bu yolun devamında daha olması gereken, planlanmış ya da planlanacak veya henüz hiç kimsenin aklına gelmemiş çok iş var. Ancak şunu unutmamalıyız. Bu gelişim asla tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil. Tüm futbol camiası hep birlikte hareket etmek bu gelişime ayak uydurmak zorunda.
Beşiktaş olarak, yönetiminin tavırlarıyla yine bu sürece ön ayak olmak, başı çekmek bize düştü. Büyük takım olmak zor iş.
Hadi düşün ardımıza, yol uzun…
Beşiktaş Arena / İçimizden Biri