Günümüz futbolunun en büyük dilemması ile karşılaştık bizde sonunda. Artan form grafiğimiz ve spektaküler teknik direktörümüz ile Avrupa’nın önde gelen kulüplerinin ve menejerlerinin radarına girmeyi başardık. Pedro, Gökhan Töre ve Demba Ba gibi kıymetli oyuncularımız mevcut. Basından takip ettiğimiz kadarı ile Ba için 20 milyon, Töre ve Pedro için 10 milyon Euro üzeri bonservisler konuşuluyor. Eklemek isterim ki, bu listeler girmek bile büyük bir atılım, 2 yıldır devamlı bahsettiğimiz “potansiyel” yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Büyüklüğe giden yolda bu aşamalardan geçmemiz gerekiyor. Göz önüne geldikçe bundan kaçmamız daha zor olacak.
Futbol, tartışmasız şekilde büyük bir endüstri ve hatta kendi alt dalları olan ve birçok açıdan inanılmaz gelirler getiren sektör haline geldi. Başta dünyanın önde gelen kulüpleri olmak üzere, dünyadaki tüm kalbur üzeri takımlar, ülkemizin önde gelen kulüpleri dahi “şirket mantığı” ile yönetiliyor. Doğal olarak her şirketin tek önceliği vardır: Para kazanmak, kar etmek. Futbol dışında bütün endüstrilerde para kazanmak temel amaçtır. Yani para kazanmak için illa süper bir ürüne veya müthiş marka değerine sahip olmak gerekmez. Aklımıza gelmeyen bir işi yapan herhangi bir firma dahi müthiş paralar kazanabilir, bunun için elindeki en iyi ürünleri akıl almaz şekilde değerlendirebilir.
Futbolu diğerlerinden ayıran temel nokta burada ortaya çıkıyor. Ülkemizde bile neredeyse milyar dolarları buldu konuşulan paralar. Bunun kontrol edilebilmesi ve düzenli gelir sağlanması ve hatta üzerine para kazanılması için para kazandıran kalemler oluşturmak lazım. Kritik nokta ve yazının ana fikrini oluşturan yer burası: Kulübün, yani satılan ürünün en büyük müşterisi olan taraftarlar sadece şirketin karlılığı ile ilgilenmiyor. Talepleri şu “Eyy yönetim, sen hem minimum maliyetle en iyi oyuncuları bulacaksın, hem gelir akışını yeterince iyi kontrol edeceksin, hem de bizi tatmin edecek başarıları yakalaman gerekecek”. Yani bize hem başarı gerekiyor, hem de ürünün en iyi şartlarda yönetilmesi ve para akışının sağlanması gerekiyor. Para akışı için en kısa, en popüler ve geliri büyük olan yol ise, en iyi çalışanlarımızı çok iyi paralara satmak. Yani futbolcuları, en iyi değerlere başka bir yere satmak gerekiyor çoğu zaman. Hesaplarımıza göre yeni stadımızda tüm kombineleri ve locaları satarsak yıllık gelir ortalama USD 25 milyon civarı oluyor. Yayın gelirleri ise yine USD 20-25 milyon civarı oluyor (ki gelecekte bu tutar STSL’nin marka değeri hızla düştüğü için en iyi ihtimal aynı kalacak, büyük ihtimal yılda USD 20 milyonun altına düşecek). Ama sadece Demba Ba ve Pedro’yu satarsak nerede ise en büyük gelir kalemleri olan yayın ve tribün gelirlerine yakın para giriyor kasamıza. Bu sayede daha iyi oyuncular almak ve maaşları düzenli ödeyebilmek için yeterli bir bütçe oluyor elimizde. Uzun vadede izlenen bu yol, ekonomisi güçlü ve marka değeri yüksek bir kurum haline getiriyor kulübümüzü. Öte yandan, müşterinin yani taraftarın beklediği başarı ihtimali düşüyor. Çünkü en iyi oyuncularımızı çok iyi paralara sattığımız zaman satılan sadece oyuncu değil, onun istatistikleri ve katkıları oluyor. Porto, Udinesse, Schalke 04 gibi bu yolu izleyen ve kendi potansiyellerine göre başarılı olan kulüpler var ama o yol çileli ve sabır gerektiren bir yol.
Bu genel değerlendirmelere istinaden bir yorum yapmayacağım. Kararı size bırakıyorum ve şu soruyu soruyorum: Aşk mı? Para mı? Buna mantıklı bir cevap verildiği vakit, çoğu meseleyi çözmüş olacağız.
Beşiktaş Arena / Uyar ALTUNTAŞ