Cemaziyülevvel ayının 19. günü idi. Manda derisine güzelce işlenmiş olimpiyat çayırının haritası ayaklarının altında duruyordu. Ve düşünüyordu Hırvat Bilic Paşa “Öyle bir şeytanlık yapmalı ki bu Freng gavurunu alt etmeli…” top sesleri çayırın kenarındaki otağında çınlarken. Hırvatlığı, Hırvatlığındandı. Slavonya ilinde doğmuştu. Yamağı Terzic efendi de onun gibi uzak Hırvat illerindendi. İkisi kafaya kafaya verdi mi şeytana pabucunu ters giydirirler, Azrail’e satrançta madik atarlardı. Çıkış yolu arıyorlardı. “Bir şey yapmalı… Bir şey yapmalı”. Döndü çayıra baktı. Yiğitleri ile göz göze geldi Bilic paşa. Sonra çayırlardan ufka baktı yiğitler, gördüler kal’ayı. Çağırdı yanına çığırtkanı Paşa, “Söyle!” dedi, “Söyle! Öyle saldırsınlar ki Freng’e, atalarını, dedelerini unutmasınlar!”, “Söyle! Bizi ümmete, millete karşı boynu bükük koymasınlar!”, “Söyle! Dedelerimizin, atalarımızın emanetlerini daha ileri taşısınlar! Ümmet-i Muhammed aşkına saldırsınlar! Devlet-i Aliye aşkına saldırsınlar! Başımızdan ömür billah gitmeyesice Fikret Başkan için saldırsınlar!”
Sipahide dalgalanma oldu. En önde Fizanlı Demba Paşa ve sipahileri vardı. Gözlerine iki damla yaş düştü. Ağlamak istiyordu, gülmek istiyordu, kaçmak istiyordu, savaşmak istiyordu, korkmak istiyordu, zafer istiyordu. Sipahileri artık kabına sığımıyordu Demba Paşa’nın! “Saldırın arslanlarım! Saldırın kaplanlarım! Hz Ali aleyisselamın Zülfikarını Kureyşlinin kellesine indirdiği gibi indirin kılıcınızı!”. Şeytan Töre Paşa yine şeytanlığını yapıyordu, önde sipahileri kal’anın nerede ise düşmek üzere olan Budin kapısına hiyleli bir saldırı yaparken, aşağıda lağımcılar ağası Serdar Ağayı örgütlüyordu “ben vurucam, sen sızacaksın Ağa!”, “Sızınca topunuzu doğrudan Demba Paşa’ya atacaksınız, adamlar uyuz olacaklar da kaşınacak tırnak bulamayacaklar ağa!”. Serdar Ağa gülüyordu, yılları seferlerde geçmiş, perişan olmuş, ne aile kurmuş ne evlat sevmişti. Varsa yoksa sefere gitmiş ve her zaman en önde ölüme akın etmişti.
Sol tarafta 17. Edirnekapı ortası çorbacısı Olcay ağa duruyordu, Hırvat Paşa’nın emirlerini duydu, kendinden geçti, ağlamaklı oldu, olmadı. Saldırdı Küffara, verdi kılıcı, verdi kamayı. Şahi ağası Tolgay Paşa’ya el atıyordu “yolla ağa yolla! Cehennem gibi yak küffarın kal’asını! Yak ki anlasınlar ne demek olduğunu!”. Paşa gördü işareti, verdi namlunun ucuna topu, çevirdi 3000 okkalık şeytan icadını küffara ve verdi ateşi. Aman Yarabbi! Aman Yarabbi! Cehennem böyle bir yer oluyorsa küffara, Allah bize şehadet şerbetini içmeyi nasip etsin! Böyle bir ateş, böyle bir patlama görülemez ve de duyulamaz bir daha! İsrafil aleyisselamın sur’a üflediği gün böyle olacak ise, Allah bize o günleri göstermesin Yarabbi! Necip Ağa yarıyordu kalabalığı bu sıra. Kelleyi koltuğa almış, akbaşlı libasını giymiş sırtına, veriyordu kılıcı kafirin boynuna, veriyordu kılıcı kafirin sırtına. “Aman!” diyene de giydiyordu, “Tamam!” diyene de. Çünkü o da biliyordu, düşene bir tekme de düşüren vururdu muharebede. Allah-u Teala o günleri göstermesindi kendisine.
Ve bakıyordu gözleri yaşlı Hırvat Bilic Paşa… Çünkü Beşiktaş yine tarihini yazıyordu. Belki bu formayı sipahiler paşalar taşımamıştı ama adamlığın kitabını yazmış, Beşiktaş’ın ete kemiğe bürünmüş hali olan Baba Hakkılar, Şeref Beyler ile Abiliğin, delikanlılığın ete kemiğe bürünmüş hali olan Süleyman Sebalar ve saygının, efendiliğin, başarının ete kemiğe bürünmüş hali olan Metinler, Aliler, Feyyazlar taşımıştı. Kimsenin hakkı yoksa, onların vardı.
Ve Beşiktaş demek hiç ayrılmamak demekti, sahi sevenler ayrılır mıydı ki?
Not: Beşiktaş Arena Forum ‘dan Necmi Abi’ye saygılarım ile
Uyar ALTUNTAŞ / Beşiktaş Arena